Ghostbusters oyununu ilk gördüğümde, o zamana kadar platform, shoot-em up ve horace serisini oynamış biriydim. Ghostbusters filmi de beni etkilemişti zaten. Oyunu yüklediğimde banka hesabıdır, alışveriştir, sokaklarda araba kullanmak ve hayaletleri çekmek, haritada gezmek, hayaletlere yemlerini bırakıp onları yakalamak, ve o zamanlar bir türlü çözemediğim “haritada dolaşan anahtar ve kilitle ne yapacağım, marshmallow man’in gelmesini nasıl durdurabilirim?” gibi sorular beni bu oyunu uzun süre oynamaya sevk etti. Oyunun tasarımı sıradışıydı.
Oyunun üzerinden neredeyse 30 yıl geçmişken, ekranı çizme şeklinin ne kadar ilkel olduğu konusunda bir tartışma çıktı wos’da. Oyun görüntüleyeceği her kareyi önce bir backbuffer’a çiziyor, sonra bir LDIR komutuyla kopyalıyor. LDIR devasa bir operatör, 21 tstate harcıyor, bunun yerine açılmış bir LDI turu ve POP/PUSH metodu ile bu kopyalama işlemi ortalama 10-15tstate içinde yapılabiliyor. Kodlar ve yöntem ortadaydı, fakat uygulayan yoktu. Sonuç olarak tek bir ldir operatörü yerine alengirli bir metodla ekranı kopyalayan ghostbusters’ı (48k) önce hazırladım, sonra da SnapToTap ile Teyp dosyası haline getirdim. Oyun artık %25 daha hızlı çalışıyor, ayrıca %35 daha hızlı yükleniyor (bitbuster sağolsun) , güle güle oynayın.
Ghostbusters/pop/push yaması için (Jimmy): http://www.worldofspectrum.org/forums/showpost.php?p=533092&postcount=43
It’s a first generation “open” handheld console, possibly the first one. Gp32 is designed and sold by a Korean Company called Gamepark (Creators of caanoo, wiz, gp2x etc). It has a big 3.5″ color LCD, 133mhz 32bit ARM processor, 8MB ram. It has no custom cpu or gpu, everything is handled by the CPU. The GP32 was sold between 2002-2005, then superceeded by Gp2X. In it’s golden years, the console’s community was flourished by counltess homebrew originals, countless software ports and hardware hacks. There are even some original boxed smc cardtridge games. There are no official sales figures, but GP32 is suspected to sold about 15000 units worldwide.
We will take a look at the keyboard enhancement for GP32: a simple chatboard hack. Read on:
Bugün hoş sohbet içinde bulunduğum bir başka arkadaşım şu mesajla aramızdan ayrıldı: “Left the Spectrum scene to sort my life out! Regards to everyone at WOS & #SPIN”. Yani şair diyor ki, “Hayatımı düzene sokmak için zx spectrum sahnesini terkdediyorum, herkese sevgiler, saygılar”. İnanın bu okuduğum bu içerikteki ilk satır değil.
Bilgisayar denen şey bu kadar zararlı birşey midir hep düşünmüşümdür. Örneğin, Irian’ın Plazma5’deki yazısı, işe dışarıdan bakanların yaklaşımını gösteriyor. Özellikle o metinde bana vurucu gelen kısım “ilk olarak söylenmeyi bırakmış oldum (ya da çok azalttım diyelim)” kısmı idi. Bir bilgisayar meraklısı ne kadar iyi yaşasa, ne kadar iyi kazansa, hatta hayatını burdan kazansa, ne kadar aktif, sevecen, yetenekli, müzisyen, grafiker, amerikalı, türk, iskandinav ya da ingiliz olsa da (ki nightlord bunların pek çoğunu bünyesinde barındırır), eşlerinin şikayetlerinden kurtulamaz, en fazla azaltabilir.
Bu bilgisayar denen şey, hayatımızı düzensiz hale mi getirir? Bu bir kadın-erkek problemi midir, yoksa genel olarak iki insan arasında mı gerçekleşir?
Medya’da bile bilgisayar sevenler kötü temsil edilir. Başlıkları okuyun: “Bilgisayar oyunlarında bağımlılık tehlikesi”, “PSX’i yasaklayan annesi için kiralık katil tuttu”, “Test: Siz de bağımlı olabilir misiniz?”, “Bilgisayar oyunlarından etkilenen 14 yaşındaki çocuk bir okulu makineli tüfek ile bastı”. Baksanıza, 14 yaşındaki çocuğa makineli tüfeği veren yasa, aile, sistemde hiç suç yok, half life suçlu. Oyun oynayın ya da oynamayın, artık toplumun “olumsuz” kitlesiyle özdeşsinizdir. Billgates gibi milyarlarca dolar kazanmanız ya da playsatation’da level atlayamıyor olmanız farketmez. Her durumda “nerd”sinizdir, ve çevrenizdekiler sizi dürmekten çekinmezler, çünkü toplumsal algı, herkesin doğru, sizin yanlış bir iş yaptığınızı söyler. Ve yapılan işin niteliği ne olursa olsun, bilgisayar başına oturduğunuzda, hiç tanımadığınız bir teyzenin gelip size “Evladım, ne oturuyosunuz o meretin başına?” deme cesaretini bulması hiç de zor değildir.
Bir öz eleştiri yapmak gerekmiyor mu?
Sevdiklerimize vakit ayırmamamızın sebebi artık onları sevmiyor, sadece kendimizi seviyor olmamız mıdır? Bilgisayar başında neden oturulur? Emin olun, bu durumun en büyük sebebi ekonomiktir. Bilgisayar başında oturmak ekonomiktir. Ayrıca son derece üretken olabilirsiniz. Ya da son derece tüketici de olabilirsiniz ve hepsi bedavadır. Ayrıca parası olmayanları cezbeden bu alet parası olanları da reddetmez. Malesef tasarımları gereği bilgisayarlar tek kişiliklerdir. Eğer eve bilgisayar soktuysanız onu ailecek kullanmayı beklemeyin, sıra sıra oturup birbirinize “kalk artık şunun başından” deme zevkini yaşamayı deneyin.
Bağımlılık yapar mı?
Kesinlikle yapmaz. Bilgisyar başına oturmak istediğiniz anlar ya çok sıkıldığınız anlardır, ya da çözmeniz gereken bir problem vardır, bir oyunda geçemediğiniz bir bölüm, pişirmeyi bilmediğiniz bir yemek, ne olduğunu bilmediğiniz bir hayvanın ne olduğu gibi. Eğer sorununuz yoksa zaten o anda bir iş üzerindeyseniz, aklınıza gelmez. Bilgisayar bir araçtır, nasıl çekiç bağımlılığı gibi birşey yoksa, bilgisayar bağımlılığı diye birşey olamaz. Biri bilgisayarınızı elinizden alırsa, oyununuzu geçemez, yemek tarifini okuyamazsanız bunların sonucunda elleriniz titremez, terleyerek sağa sola saldırmazsınız. En fazla üzülürsünüz ama vücut fonksiyonlarınız aynen çalışmaya devam eder. İlla yapar diyorsanız, LCD Televizyon, sinema salonu, FM radyo, mp3 walkman ne kadar bağımlılık yaparsa bilgisayar da o kadar bağımlılık yapar diye cevap veririm.
“Left the Spectrum scene to sort my life out!”
Şimdi soruyorum. Bu satırları yazacak duruma geldiysek bunun sebebi zx spectrum mudur? Eğer öyleyse ve 8 bit’i bu kadar seviyorsak neden en sevdiğimiz şeyi bırakmak zorundayız? Kendimize bunuda içine alacak ve sevdiğimiz şeyleri terketmeyecek bir hayat kurabilmemiz mümkün değil mi? Böyle bir hayatta karılarımıza ya da çocuklarımıza hiçbir suretle yer yok mudur ki sürekli olarak “hayata dönen” insanlar çıkmaktadır?
Bu yıl biraz scene’e bulaşayım dedim. Düşük tempodan birşey sıkıştırmak istedim arada. Forever genel olarak Zx Spectrumcuların sevdiği bir event. Çünkü Hem rus hem avrupa scene’inin kesiştiği köklü bir olay. Bu yıl zx spectrum kategorisi sönüktü, ama amstradcılar ihya oldular. Amstrad için bence bir dönüm noktası oldu bu. Daha önce hiç amstradla uğraşmayan (bir kısmı zx spectrumcuve amigacı) bir ekip amstrad’a saldırmışlar, amstrad scene’ine de laf sokmuşlar. Eminim Alco, Retrojen Forumlarında ya da kendi blog’unda çok detaylı bir incelemeyi hazırlıyordur (sağ taraftaki amstrad cpc blog’unu takip edin).
Spectrum için ise pek birşey çıkmadı. 1k’lar fena değildi, ayrıca yeni bir gruptan çıkan ve ikinci olan Gemba isminde bir demo vardı. Grafik kategorisi benim ilgilendiğim kısımdı bu sefer çünkü ben de katıldım 😀
Ancak 7.olabildim, üstelik henüz bitmemiş bir grafikle. Yine de Factor6, Trixs gibi önceki senelerin birinci ve ikincilerini geçmiş olmam bana yetti. Birinci olan piesiu’nun grafiği idare ederdi, dediğim gibi bu yıl forever spectrum için çok verimli değildi.
Neden Obama?
Obama seçilmeden önce (ama seçileceği belliydi), okulda Brian isimli amerikalı arkadaşımızla konuşuyordum. Kendisi bir “Bush exile”ı olduğunu Obama seçilirse geri döneceğini söylemişti. Ben de arada bir fark görmediğimi söylemiştim. Obama Amerika için ne değiştirebilirdi ki? Fikrim değişmedi, zaten son müdahalelere bakılırsa aynı tas aynı hamam devam ediyor. Bu sebeple Obamanın “Manifest Hope” kampanyasından bir görüntüyü çizmek istemiştim. Umudu yaydınız, içimize (işl)ettiniz, sağolun.
Grafiğin üzerinde dönerken saçma bir rotaya girmiştim, aşağıdaki resim yukardakinden yaklaşık 3 saat kadar sonra, fakat bayağı kirlendi grafik, ilerletmem de mümkün değildi, bütün suratı dither yapmam gerekecekti, mecburen geri alıp gönderdim.
Sizce alttaki mi (sarı’lı olan) yoksa üstteki mi? (mavi-beyaz olan). Ve evet, bu resim convert değil, komple elle.
Kapatırken bu senenin “Amstrad Kurtaran” demosu Batman Forever’ın kapanış ekranını koyuyorum.
Tamam iyi güzel de, neden Batman? Birde “Batman Group Yer Altı Kaynakları ve Maden işletmeciği A.Ş.” gibi olmuş. Peheh..
While I was messing with my zx microdrives, I decided to put some games into one of my old microdrive carts for quick loading. But this proved to be not only difficult task, also it spinned off two different tools out of discussion: zxBoot and SnapToTap.
Converting sinclair zx spectrum snapshot (sna) files into standard loading tap files: Not an easy task at all!
There were some tolls to convert snapshots into Tape files, but because of the very nature of snapshot files and the way of starting them once they loaded, it is impossible (read:impossible) to load a snapshot into zx spectrum without corrupting the snapshot itself. To do this properly you need additional hardware.
a Snapshot file is a full memory backup *with* extra CPU register data. Speaking of which, that data resides *inside* CPU. So you need a way to put the data into CPU before resuming snapshot state. Ofcourse this task also need to handled with CPU itself, which needs some code to reside in RAM, which also corrupts snapshot image. But this is not the only issue.
The goal was to put snapshot files into zx microdrive. But you will need a custom loader which loads the data from microdrive. There are none. Or you will need a converter which converts the snapshot into a standard loading code block. You couldn’t find one of thouse either.
Standard loader always tries to return to basic after loading is done. Because it is a basic component. But a snapshot occupies whole memory, so basic will be overwritten while you load snapshot block. And even if you manage to load the all 48k of ram from tape, it will crash your machine because standard rom loader will return to address that’s not there anymore.
The trick is the preserve small portion of basic just to execute the loaded code.
I used bitbuster (originally developed for MSX by team bomba) compressor. It’s very effective windows based packer normally reduces almost every 48k image atleast by %10 which produces about 5k, more than enough for us to fit in basic. Also the z80 decompressor is 79bytes long, plus some bytes as buffer, that it won’t be corrupting that much.
So I managed to create a clever program to decompress, move, merge the snapshot data, load the registers into cpu and finaly jump the the program counter location of snapsot image thus executing image.
The result was VSC, a proof of concept, an experiment over converting snapshots into tap files.
While this program re-invented in WOS forums a while ago, and people complained about the crapness of gui, I prepared a simplistic gui with automatic converting: it is SnapToTap. You drag and drop the file and it will create a tapfile highly compressed thus loaded in seconds, and with standard loader!
2. First release: Visual Snapshot Converter – 250kb advanced controls, optional uncompressed converter, you can decide where to put executer code thus preserving screen or any other data–do not try to use this, I really messed up while creating a gui. 🙂
A little bit warning about the tools:
No error checking, so it may crash time to time, it’s normal. Resart the app and try again.
Those are dotnet framework binaries, you will need .net framework 2.0+ to run them. Windows Only!
If snaptotap didn’t work for you, try asm’s zxboot for command line support, but it’s still windows only.
Retrojen Fanzin’in Güz 2011 sayısı çıktı. Fanzin 6 ayda bir yayınlanacak.
Retrojen, underground bir kültürel hareket olarak bir yıldan fazladır aktif. Katılan sayısı gittikçe arttı ve başta bir broşür çıkarma planı varken, ışık hızıyla büyüdü ve 20 sayfalık küçük bir dergi, dopdolu bir fanzin’e dönüştü.
Retrojen sadece bir dergi değil, retro kültürünü alma/satma kısırlığından kurtarmayı amaçlayan bir kültürel oluşum. Şimdilik sadece forum, online-chat ve basılı fanzin olarak yaşıyor. İlerilde etkinlikler ve kütüphanesiyle var olan sitelere iyi bir ek, yardımcı bir kaynak olmayı hedefliyor.
Hasta olduğunu hissettiren Ticari Retro Oluşumuna ilaç olmayı umuyor. Bu ilacın prospektüsü de “Retrojen Fanzin” olarak okuyuculara sunuluyor. Fanzin içinde sıradan retromaniklerin sıradışı yazıları var. Eminiz ki internet üzerinde bulamayacağınız bilgiler fanzinde sizi bekliyor.
Forumları henüz çok yeni, ayrıca bu konuda aktif forumlar da mevcut, bu yüzden üye almıyorlar, fakat chat ortamı sürekli açık ve herkesi bekliyor. Gerekli bilgiler fanzin’de mevcut.
Retrojen Fanzin sınırlı sayıda basılacak. Her derginin bir seri numarası olacak. Dijital sürümü olmayacak. Fotokopi olan sürüm ücretsiz evinize ulaşıyor. Hiçbir masraf ödemiyorsunuz. Unutmayın kar amacı güden bir oluşum değil bu.
Renkli isterseniz renkli mürekkep masrafını ödemeniz gerekiyor. Yanlız bu masraf biraz tuzlu (20-30 TL) olduğu için şimdilik bu seçenek kapalı. İnsanlar hevese kapılıp 30 liralarından olmasınlar diye, şimdilik sadece renksiz sürüm isteği alınıyor. İleride sadece koleksiyonerler için renkli istek alınacak.
Dergiye kayıt olarak http://retrojen.org/fanzin adresinden edinebilirsiniz.
Eğer dergiye yazı göndermek istiyorsanız, bana mail atabilirsiniz.
Bu yıl 7D’de toplam 4 oyun yarıştı. Bu oyunların yarışma sonunda dizilimi şöyle oldu: 1.”köy korucusu”, 2.”gmo”, 3.”run baby run” ve 4.”A Gentleman’s Duel”.
Bu oyunlardan GMO’yu tablet sahibi olmadığım için oynayamadım ve izleyemedim, bu yüzden onu yorumsuz geçiyorum, diğerleri daha önceki yıllardan da tanıdığımız Infect, İlker Görkem ve Ragnor’un oyunları.
Ragnor’un Alper Çetinin yardımıyla kodladığı “A gentleman’s duel” iki kişilik bir oyun. Ne türde bir oyun dersek oyunun türüne arcade diyebiliriz ancak. Oyun başladığında bir süre sonra oyuncuların oynadığı karakterlerin her birine rastgele bir tuş atanıyor ve ekranda gösteriliyor, bunu takip eden birkaç saniye sonra da oyuncuların o tuşlara basmaları gerekiyor. Kim önce basarsa o ateş ediyor ve karşıdaki kaybediyor. Oyunun eğlencesi tuş arayan oyuncuların yaşadığı panik’e bindirilmiş. Görüntüde hiçbir aksiyon yok, ekrandan almanız gereken tek geri besleme hangi harfe basacağınızın bildirildiği an. Tuşunuzu öğrendiğinizde o tuşa zamanı geldiğinde basmanız gerek. Büyük olasılıkla zaman yetişmediği için oyuna bir “tek kişilik” mod eklenmemiş. Halbuki çok kolay olurdu, zorluk derecesine göre gittikçe kısalan bir tepki süresi. Sanırım bu oyunu oylayan hiç kimse yanına birini çağırıp denemedi. Oyun tek başına oynanmıyor çünkü karşıdaki adam asla ateş etmiyor 😀 Partidekiler oyunu anlamamış da olabilirler, hiçbir yerde oyunun nasıl oynanacağına dair bir açıklama yok. Yine de yarışmaların en güzel “görünen” oyunu buydu.
Infect’in “köy korucusu” oyunu ise yine basit bir fikirden çıkmış bir oyun. Ortada köyümüz duruyor, ve tepelerden aşağıya zombiler iniyor. Elimizde silahla bunları vuruyoruz. Bilmiyorum bir bug mı var yoksa tasarımı mı böyle, oyunda toplam 6 zombi var, bunları vurunca oyun bitiyor. Bunun haricinde oyun direct3d 9 ile yazılmış. Bir demo partide 3d ürünler genelde daha iyi sonuç alıyorlar, bence bu yüzden birinci oldu. Oyunun 3d özelliğini çıkarırsak geriye bir hedefe doğru dümdüz ilerleyen 6 zombiden ibaret bir oyun var elimizde.
Son olarak ilker’in “Run baby run”ına bakalım. Öncelikle bu oyun bir zx spectrum oyununun bire bir uyarlaması. İlker orjinale sadık kalma konusunda aşırı hassas. Evet, ben de zx spectrum konusunda hassas olduğum için tabiiki en çok bu oyunu sevdim, ama boşuna da değil. Öncelikle bu oyun da diğerleri gibi çok basit bit fikirden doğuyor. Hatta bir “snake” klonu diyebiliriz bile. Tek farkı, “snake”de rakamları yedikçe kuyruğunuz uzuyor ve siz kuyruğunuza değmemeye çalışırsınız, Run baby run’da kuyruğunuzu oluşturan arabaların hepsini birbirine çarptırmanız gerekiyor. Bunlar çarptığında ise son kalan araba üzerinize mermi yağdırıyor, bundan da kurtulmanız gerekiyor ki bu kısım birhayli zor. Sonra bir sonraki bölümü oynuyorsunuz. Aslında bakarsanız oyun komik derecede berbat 😀
Oyunun tasarımından ziyade bu oyunun kültürü beni cezbediyor. Run baby run, Tony Rainbird’in yazdığı bir oyun ki ünlü distribitör Rainbird markasının yaratıcısı. Ayrıca zx spectrum’un online vardığının kökeni olan comp.sys.sinclair grubu için de RBR’nin özel bir yeri var, 90’lardan beri her yıl geleneksel olarak RBR yarışmaları düzenlenir. Oyunun pc tabanlı level editörleri, spectrum üzerinde çalışan onlarca mod’u bulunuyor. İlker bu noktada Run Baby Run’ın aslına yakışır bir çevrim yapmakla kalmamış orjinal grafikler de eklemiş. Bir tuşa basarak oyunun grafikleri modern hale geliyor, aynı tuşla yine zx spectrum tipine geri dönüyoruz.
Sonuç olarak benim bu yılki favorim, biraz da taraflı olsam da, Run Baby Run idi. Oyunun hem nostaljik bağları var, hem bir altkültürü simgeliyor hem de diğerlerinden çok daha iyi bir anafikirle geliyor. Tek dez avantajı ise özgün bir oyun olmaması, başka birinin tasarladığı bir oyun olması.
Sonuç olarak eleştirdiğime bakmayın ben hep böyleyim, her üç katılımcı da harika işler çıkarmışlar. Darısı bizlerin başına, umarız önümüzdkei yıllarda benim işlerimi de böyle eleştirmeye değer görenler çıkar.
Ghostbusters isimli oyunda banka hesap numaramı veriyorum. Bankaya bu numaraları veren herkesin istediği kadar parayı çekebileceğini söyledim. Gidin çekin:
Bu yıl 7D, son üç yılda olduğu gibi yeniden Boğaziçi Üniversitesi’nde yapıldı. Benim aşırı yoğun bir dönemime geldiğinden hakkını vererek katılamadığım için arkadaşlardan kusura bakmamalarını rica ediyorum. Kısa da olsa, katıldığım kadarıyla parti izlenimlerimi aktarayım: